Hogwarts role-play.
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Josiane Dyre Whittingham

Aşağa gitmek

Josiane Dyre Whittingham Empty Josiane Dyre Whittingham

Mesaj  Josiane Dyre Gyath Salı Ekim 07, 2008 8:57 pm

Karakterin;

Adı Soyadı: Josiane Dyre Whittingham

Doğum Tarihi [Gün/Ay/Yıl]:05.05.2116

Binası:Ravenclaw

Kanı:Safkan

Fiziksel Özellikleri[Betimleme + Ünlü ismi şart]:[Emilie De Ravin] Açık ve koyu mavinin karışımından oluşan açık deniz mavisi gözleri yüzünde hoş bir görüntü oluşturur. Gözleri genelde giydiği elbiseye göre -açık koyu- renk değiştirir. Yumuşak, saman sarısı, uçları hafiften dalgalı saçları omuzlarına kadar dökülür. Genelde açık ve dağınıktır... Saçları ve gözleri yüzünde hoş, şirin bir uyum sağlar.Boyu yaşıtlarına göre normaldir.Teni ne bembeyaz ne de çok karadır. Yüz hatları, yüzünde oldukça güzel bir görünüme sahiptir. Düzgün bir fiziği vardır.Her zaman bakımlıdır. Burnu oldukça küçüktür. Ama Dyre bunu sorun etmemektedir.

Kişisel Özellikleri: Hayatı dolu dolu yaşamak her zaman onun kişiliğine cazip gelmiştir. Bunun için istekleri doğrultusunda her şeyin peşinden koşar. Oldukça hareketli ve enerjiktir. Kısıtlanmaktan ve emir almaktan hiçbir zaman hoşlanmamıştır. Bu karışıklık da öğütlere ve verilen emirlere kulak asmaz. Sabırsız yaradılışı yüzünden başladığı işleri yarım bırakabilir. Bir işi bitirmeden başka bir işe başlamaya kalkışır. Espri yönünden yeteneği hat safhadadır. Bu yeteneğine her zaman saygı duyar. Öyle ki hiç olmayacak bir zamanda olmayacak bir şekilde herkesi güldürebilir. Zekidir.Zekasına ve gücüne aşırı derece de çok güvenir. Hatta bazen zekasıyla övünür. Hayal gücünü kullanarak anlattıklarını daha çekici kılabilir. Zora gelmekten pek hoşlandığı söylenemez. Fakat zora düştüğü durumlarda veya çok zorlandığı bir durumda soğukkanlılığını kaybetmeden çözüm üretebilme yeteneğine sahiptir. En kötü huyu inatçılıktır.Oldukça açık fikirlidir. Karşısında ki hakkında aklından ne geçiriyorsa hemen şıp diye söyler. Ama bunu söylerken esprili bir dille konuştuğu için karşısındakini pek fazla incitmez.Her konuda en iyisini yapmak ister. Birinci olabilmek için elinden gelen herşeyi yapar. Zor koşullara dayanır; kendini kolayca tehlikeye atabilir. Eğlence onun için çok fazla önemlidir. Sıkıcı ortamlara girmekten kaçınır.

Ailesi Hakkında;
Aile Geçmişi[Buraya seçtiğiniz ailenin açıklamasını yazarak MUTLAKA kendi karakterinizin kısa bir geçmişini anlatan bir paragraf ekleyiniz.]: Dedikodu denince akla gelen ailelerin başında yer alır Whittingham ailesi. Aslında büyü dünyasına olan katkıları da göz ardı edilemez ama şaşalı hayatlarıyla ilgili çıkan haberlerin yanında her zaman sönük kalır bu haberler. Eğlenceye, şana ve şöhrete düşkünlükleriyle bilinirler tabii bu demek değildir ki her bireyi öyledir... Melezlerdir ama çoğu aile onları safkan zanneder, daha doğrusu kurcalamak istemezler çünkü basın dünyasındaki haberleri bir yana o dünyada bir çok müttefikleri bulunur. Bulaşılması tavsiye edilen ailelerden değildir.

Josiane ikinci çocuk olarak dünyaya gelmesinden olsa gerek ablasına karşı hep zıt bir tutum içindedir. Ablası sevimsiz, huysuz ve katı ruhlu biridir. Dyre ise onun tam zıttı bir kişiliğe sahiptir; sevecen, eğlenceli ve haylaz. Her zaman uyumsuzluk gösterdikleri için pek anlaştıkları söylenemez. Ablası onun yaptıklarını ciddiye alsa da, ablasının yaptıkları Dyre için hiçbir anlam ifade etmez. Tipik karakter özellikleri annesine benzemektedir. Fakat fiziksel özellikleri için bu geçerli değildir. Fiziksel olarak babasına benzemektedir.

Örnek Rp: Dışarıda yağan yağmurun pencereyi döverken çıkardığı ses ve sonu görünmeyen bir sis perdesi içinde hoş bir duygu uyandırıyordu…Havada sonbahara ait bir has kasvet hakimdi. Açık olan kompartıman kapısının arasından görünen, kompartımanın buğulanmış penceresinin ardına bakmaya çalışıyordu şimdi de. Ama ne yazık ki pencereye çarpan yağmur damlacıkları ve yoğun sis arkasını görmeye izin vermiyordu. Ama buradan yağan yağmurun camdan süzülürken bıraktığı izleri izlemekte oldukça hoştu. Buğulanmış camı izlerken bir yandan da ne zaman Hogwarts’ta olacaklarını düşünmeye başladı. Tren ne zaman duracak ve Hogwarts’a ilk adımlarını atacaklardı? Aslında Hogwarts’ı merak etmiyor değildi. Ama düşüncelerinden de ödün vermiyordu. İçine kapanıklığından olsa gerek arkadaşlarıyla anlaşmasında güçlük çekiyordu. Düşüncelerini dışarıya yansıtamıyor, sinirli veya kızgın olunca da kimseye bir şey çaktırmadan sinirlendiği kimseye laf sokuyordu. Onu sadece, küçüklüğünden beri arkadaş olduğu ve şuan da en iyi arkadaşı olan Aephegina ve bir yaz tatilini beraber geçirdiği ve çok iyi anlaştığı kuzeni Aoife anlayabilirdi. Zaten tek derdini anlattığı ve konuştuğu onlardı. Kimseyle tanışmak,arkadaşlık kurmak istemiyordu artık. Bu eskiden yaşadığı bir olaydan kaynaklanıyordu. Eskiden en değer verdiği arkadaşından darbe almıştı. Ve o günden sonra da kimseye güvenmemeye söz vermişti kendince. Ama Aephegina çok farklıydı. Az önce kompartımana giren uzun zamandır görmediği arkadaşına baktı. Çok gergin gözüküyordu. Yüzünde hafif bir heyecan ifadesi vardı. Ve sırasıyla kuzeni, Iris ve diğer, kompartımana sonradan gelen tanımadığı iki kıza baktı. Herkes çok düşünceliydi. Ve bir o kadar da gergin. Aslında gerginlik kompartımanda bulunan herkeste vardı –ki heyecandan kimse konuşmuyordu. Bu sessizliği cama çarpan yağmur damlacıkları bozuyordu…

Birden herkes hazırlanmaya, eşyalarını toparlamaya başlamıştı. Bu da Hogwats’a yaklaştıklarının en net belirtisiydi. Kompartımandakiler toparlanmaya başlarken Déane hiç tetiğini bozmadan sandığını ayağıyla kendine doğru çekti. Az daha devrilecek olan büyük sandığını son anda tutmuştu.Az kalsın ayağına düşürecekti koca sandığı… Daha sonra da hemen geri Londra’ya dönecekti besbelli.Ama ucuz atlatmıştı. Tanrı’ya şükürler olsun ucuz atlatmıştı. Büyük bir gerilimden sonra yeniden yerine oturmuş, biraz da aşağıya kaymış kendini iyice salıvermişti. Kompartımandakileri sakin bir şekilde izlerken dışarıdan gelen kocaman bir kargaşa ve gürültüyle irkildi. Aman Tanrım! Neler oluyordu böyle? Tren ani bir frende durmuştu ve herkes bir anda ayaklanmıştı. Déane kalkmaya hazırlanırken bir çift elin koluna baskı yaptığını hissetti. Arkasını döndüğünde bu ellerin kuzenine ait olduğunu fark etti. Kuzeni ona inmemesini herkes indikten sonra ineceklerini talimat vermişti. Déane kompartımanın boşalmasını bekledi. Sonra ayağa kalkarak kompartımanın kapısını araladı ve expresin boşalan koridorlarına baktı. Artık birkaç kişi dışında kimse kalmamıştı. Déane sandığını alıp kuzeniyle birlikte kompartımandan çıkmıştı.

Soğuk havanın yüzüne çarpmasıyla dışarının ne kadar soğuk olduğunu anlamıştı. Soğuk, keskin ve ayaz gece havası içine işleyince birden ürperdi. Tüyleri diken diken olmuştu.Soğuk hava herkesi etkilemişe benziyordu ki herkes cübbelerine sarılmıştı. Soğuk havanın vücuduna işlemesini önlemek için kollarını birbirine kavuşturdu.En azından bu soğuğun gelmesini azda olsa engellemeye yarıyordu. Aniden başının üzerinde bir ışık belirdi. Ve bu ışıkla beraber Déane’in etrafı aydınlanmıştı. Tam arkasına dönüp ışığın kaynağının nereden geldiğine bakacakken arkasından gelen kocaman, kalın bir sesle irkildi. “Vay Canına!” Arkasını döndüğünde karşısında gördüğü şey onu çok etkilemişti. Etkilemekten ziyade bir nevi korkutmuştu. Şaşkınlığını gizleyemeyip ağzından bu iki kelimenin dökülmesine izin vermişti. Karşısında iri cüsseli, kocaman, çalı süpürgesi saçları olan ve kıllı bir dev vardı. Yeniyetme 1. sınıf öğrencilerine kendisini takip etmelerini söylemişti. Nasıl bir aptallık edipte bu kadar öğrenciyi kocaman bir deve emanet edebilirlerdi? Anlayamıyordu… Ve tren tamamiyle boşaldıktan sonra koca dev önde öğrenciler arkada kayıklara binmeye başladılar… Herkes yine kompartımanlarda olduğu gibi saldırmaya başlamıştı kayıklara. Herkes bir kayık bulup otursam düşüncesiyle hareket ederken Déane ve kuzeni hiç tetiğini bozmadan beklemeye başladılar. Burada herkese yetecek kadar kayık vardı. O yüzden kayıklara binmek için kalabalığın içine girip de, diğer insanlar gibi sıradan olup da basit bir kayık için kavga çıkmasını istemiyorlardı. Herkes kayıklardaki yerini aldıktan sonra, sona kalan birkaç kayıktan birine bindikten sonra Hogwarts’a doğru yola koyulmaya başlamışlardı…

Gölün cam gibi pürüzsüz yüzeyinde hareket ediyorlardı… Göl ne kadar da büyük ve pürüzsüzdü. Olar giderken arkalarında oluşan dalgalar çok hoş bir görüntü oluşturuyordu. Önlerinde ki sis perdesi onlar ilerledikçe aralanıyordu. Aralandıkça da büyük Hogwarts şatosu gözükemeye başlıyordu. Herkes çok heyecanlı görünüyordu –ki ağızlarından sadece şaşırma cümleleri çıkıyordu. Her kafadan bir ses çıkıyordu. Bu da gürültü kirliliğine sebep oluyordu. Önlerinde ki sis perdesi tamamiyle kalkmıştı artık. Kıyıya ulaşmak üzereydiler. Déane başını kaldırınca karşısında en tepede, göğe çok yakın olan, neredeyse bütün pencerelerinden etrafa ışık saçan bir dev şato gördü.Şatonun ışıkları su yüzeyinde çok hoş bir görüntü oluşturuyordu. Ve bu görüntüyü bozmaya çalışan kayıklar… Gördüğüne inanamıyordu. Bu şato bu zamana kadar gördüğü en büyük ve ihtişamlı şatoydu…

Kıyıya vardıklarında herkes birer birer kayıklardan inmeye başladı. Yine pek aceleci davranmayarak en arkadan gittiler. Kalabalık içine girip, birbirini ezmektense kalabalığın arkasından gidip rahat rahat dolaşmaya karar verdiler. Biraz ilerledikten sonra giriş kapısına gelmişlerdi. Koca dev yumruğuyla kapıya vurduktan sonra, kapı kulak tırmalayıcı bir sesle açıldı. Kapıda ince, zayıf, soluk yüzlü bir kadın vardı. Bu Hogwarts’ta görevli bir profesör olmalıydı. Bunu anlamak hiçte zor değildi. Kadının giyinişi, duruşu, bakışları çok asildi. Déane gözlerini devirdi. İçerisinin sıcaklığını bir anda bütün vücudunda hissetti. Dışarıda gerçekten ayaz bir hava vardı. İçeriye bir göz attı. Burası oldukça genişti. Öğrencileri neden buraya doluşturduklarını şimdi anlıyordu. Taştan duvarlar ve üzerinde de içerinin ayınlatılması için dizayn edilmiş meşaleler vardı. Ve önlerinde de basamakları kocaman olan taştan merdivenler vardı. Merdivenleri hızla çıktı. Çünkü merdivenlerden hayatı boyunca hoşlanmamıştı. Çok yorucu geliyordu ona. Merdivenleri çıktıktan sonra sonunda bir kapının daha önüne gelmişlerdi. Kapının ardından gelen sesler içerideki öğrencileri daha da çok heyecanlandırıyordu. İçeriye ilk girdiklerinde önlerine çıkan profesör kapıyı açtı ve öğrenciler hep birlikte şaşkınlık içinde ilerlediler. Déane gördüklerine inanamıyordu.İçerisi oldukça görkemliydi. Salonda dört tane büyük masa, (Bunlar bina masaları olmalıydı.) ve onlara paralel olarak uzanan profesörlerin masası vardı. Bu dört masaların hepsinde kendi binalarının öğrencileri bulunuyordu.Etrafı havada duran şamdanlarda ki mumlar aydınlatıyordu. En görkemlisi ve ilgi çekicisi ise tavandı. Tavan oldukça ihtişamlı parlayan yıldızlarla dolu gökyüzüne benziyordu. Belli ki bunu yapmak içinde büyü kullanılmıştı.Birinci sınıflar yüce masanın önüne doğru ilerlemeye başladılar. Yeniyetme birinci sınıf öğrencileri salonun ortasından geçerken yan masalarda bulunan öğrencilerden büyük bir alkışlama ve ıslık sesleri yükselmişti. Déane burun kıvırıp bir ‘hıh’ sesiyle başını yüce masaya doğru çevirdi. Profesörlerin masasının önüne geldiklerinde duraksadılar ve sıra haline geçtiler. Tam önlerinde küçük bir iskemle bulunuyordu. Üzerinde ise eski mi eski, tozlu ve üzerinde her çeşit yama bulunan bir şapka vardı. Bina seçimi bununla ilgili olmalıydı. Tam bunları düşünürken müdür bir konuşma yapmıştı. Adları okunan öğrenciler iskemleye oturarak önlerinde ki adı “seçmen şapka” olan şapkayı başlarına geçireceklerini söylemişti. Ne kadar da saçma! Evet bu Déane’ye oldukça saçma gelmişti. Hem şapka onların zihinlerini mi okuyacaktı ki? Sıradan basit, eski bir şapkaydı. Ne yapabilirdi ki? Adının D ile başladığından çok çok hoşnuttu. Tanrı’ya şükrediyordu. İlk olma duygusunu yaşamak çok acı vericiydi onun için. Müdür konuşmasını bitirdikten sonra kapıda ki profesör elindeki eski parşömeni açtı. Seçme töreni başlamıştı.

“Aerthéndax, Déane Minausé!”

Ne?Ne? Bu Déane olamazdı. Profesörün bir yanlışı olmalıydı. Onun adı ilk olamazdı! Kuzeninin onu dürttüğünü hissedince anladı bu oydu. Lanet oLsun! Neden ilk olmak zorundaydı? Profesör bir daha ismini tekrar edince kalabalığı yararak öne çıktı. Arkasına bakmadan ilerledi ve iskemleye oturdu. İçinden hala lanet okuyordu. Başında duran şapkayı fark etmemişti bile. Gözlerine kadar inen şapka vücuduna ağırlık yapmıştı. Şapkadan çıkan tiz sesle irkildi

“Sakin ol Déane! İlk olmak kesinlikle hoş değil biliyorum… Seninde ne kadar sinirlendiği biliyorum neyse...”
“Ouuuwww! Sen konuşabiliyorsun! Vay canına bu harika. Eee ne yapacaksın bana?”
“Sadece binanı seçeceğim evlat.. Heyecanlanma sakın…Hmmm çok zor… Çok değişkensin ve değişkenliğe bayılıyorsun. Oldukça cesaretlisin. Ama bu cesareti örten bir şeyler var zihninde. Güç ve safkanlık takıntısı bir arada. Oldukça zekisin. Ama bu zekiliğini kurnazlığa vuruyorsun. Bakıyorum da sevgili kızımız bayağı bir yetenekliymiş. Zora düşmeyi pek sevmiyorsun. Ama kolay kurtuluyorsun. Güçlükten ve zorluklardan korkuyorsun.. Çok zor bir seçim ama.. Evet!Buldumm! Slytherin!”



Josiane Dyre Gyath

Kadın Mesaj Sayısı : 2
Yaş : 31
Nerden : LaLaLa
Kayıt tarihi : 07/10/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz